12:02 - Yabancılara konut satışında rekor!
15:11 - Elektrikli süpürge devi otomobil üretecek!
14:15 - TÜRGEV’in sunucuları hacklendi!
12:59 - Twitter’da devrim gibi yenilik!
13:02 - Kaybolan Honor modelini bulana ödül!
11:23 - Uzun zamandır beklenen Samsung Galaxy A8 güncellemesi geldi
15:06 - YSK’dan flaş KHK’lı seçmen kararı!
“Fatih Köşkü’ndeki çökme tehlikesinin bir nedeni Koruma Kurulu, diğeri de 1951’deki o marifet! Sağlam olsun diye her tarafına beton basılan 5 asırlık köşk, ağırlığa dayanamadı”
Ömer Erbil, Hürriyet’in önceki gün manşetten verdiği ve Topkapı Sarayı’nın bir bölümünün yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu haberi ile yine güzel bir iş çıkardı.
Gazetecilerin ve muhabirlerin medenî dünyada olduğu gibi bizde de artık belli konulara odaklanıp ihtisaslaşmaları gerektiğinin mükemmel bir örneğini teşkil eden Erbil önceki işleri, meselâ sarayın sabık müdürünün tahtı evine götürmeye kalkışması haberi ile de ihtisaslaşmanın bir başka örneğini ortaya koymuştu.
Bir tarafı çökme tehlikesi ile karşı karşıya olan Topkapı Sarayı’nın başındaki gaileleri sıralamaya kalkacak olsam bu köşe değil, gazetenin bütün sayfaları az gelir!
Mekân eskidir, haraptır, bir tarafı tamir edilirken başka tarafı çökmektedir, yönetmeliklerin onarımı üstlenen firmaların taşeron kullanmalarına imkân vermesi restorasyonun kalitesini düşürmektedir, bakım ve tamir için kâfi para yoktur, son senelerde gereken alâka gösterilmiş ise de geçmişteki ihmallerin tahribatını ortadan kaldırmakta müşküllerle karşılaşılmaktadır, üstüne üstlük, sarayın başında bir de “Koruma Kurulları” derdi vardır!
Bu kurullar geçmişte “Meclis Danışmanı” olmuş sabık milletvekillerine denize nâzır makam oda ve seçmenlere de kadro temininden başka pek bir iş yapmayan Millî Saraylar’a karışamamakta ama Topkapı Sarayı’ndaki ağaçların budanmasına bile müdahale etmektedir. Kurul kararı olmadan sarayda nefes bile alamazsınız, alamayınca da âcilen halledilmesi gereken işler bir türlü başlayamaz ve tahribat arttıkça artar…
TONLARCA BETONUN ESERİ
Bünyesinde Hazine Dairesi’ni de barındıran Fatih Köşkü’nde ortaya çıkan çökme tehlikesinin artık unutulmuş sebeplerinden birini hatırlatayım:
Devlet 1926’da Topkapı’nın hazinelerini Fransa’da satmaya heveslenmiş, Avrupa’dan davet ettiği mücevher uzmanlarına fiyat takdiri yaptırmak maksadıyla hazine Ankara’ya götürülmüş ama satış çok şükür ki yapılamamış ve objeler Ankara’da kasalara konmuş, sonra da unutulmuştu!
Kasaların 1951’de tesadüfen bulunup açılmasından sonra hazinenin İstanbul’a gönderilip Fatih Köşkü’nde şimdi teşhir salonu olarak kullanılan mekâna konmasına karar verildi. Ama bu arada bir iş edildi, zamanın anlı-şanlı mimarları güvenliği arttırıp binayı sağlamlaştırmak maksadıyla her tarafına beton bastılar ve beş asırlık köşk ağırlığa dayanamaz hâle geldi!
Mekân geçtiğimiz senelerde betonlardan kurtarıldı ama olan oldu, bakımsızlığın üzerine bir de betonun yükü binince her bir tarafı çatır çatır çatladı!
Sarayın senelerce müdürlüğünü yapan Dr. Filiz Çağman’ın 1999 depreminden sonra başlattığı kurtarma seferberliğini şimdiki başkan Prof. Mustafa Küçükaşçı şevkle devam ettiriyor ama saray ziyarete açık iken bu işin yapılması hayli zor!
Paris’teki Versailles, Moskova’daki Kremlin, Kahire’deki Şobra ve Tahran’daki Niyaveran Sarayları ile daha birçok memleketteki eski saraylar geçmiş senelerde bakıma alınmış ve uzun yıllar ziyarete kapalı tutulmuştu.
BİR TÜRKÇE ŞAHESERİ
Topkapı’nın baştan aşağı elden geçirilmesi için kapatılıp uzun seneler sürecek bir restorasyona başlanması artık şart ama bu işi kim yapacak ve kararı kimler verecek?
Dünkü gazetelerde okumuşsunuzdur: Erbil’in haberinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Basın Müşavirliği’nin bir açıklaması vardı…
Açıklamadaki bir cümleyi buraya aynen naklediyorum:
“…Zemin verileri ile birlikte güçlendirme projesinin ele alınabilmesi için bina içi, çevresi ile yamaç bölgesinden sondaj ve muayene çukuru açılması ve aletsel gözlem tekniklerinin kullanılarak izlenmesi gerektiğine, ayrıca sadece Hazine Bölümünün değil, söz konusu iş kapsamında Hazine ile Arşiv-Depo binaları arasındaki yamaçtan Askeri Bölgedeki yola kadar olan bölümün de birlikte ele alınması, söz konusu sondaj verileri sonucunda zemin etütlerinin laboratuvar sonuçlarına dayalı zemin güçlendirme yönteminin belirlenmesine, statik güçlendirme projesinin ise elde edilecek datalar, çatlak ölçerler, zemin zafiyetine göre sağlamlaştırma yönteminin belirlenmesine ve projelendirilmesine karar verilmiştir”.
Ne kadar kısa, kısalığı yüzünden okuyanın nefesini kesen, Türkçesi de imlâsı da birbirinden mükemmel ve söylenmek isteneni şıp diye anlatıveren bir cümle değil mi?
Bu şekilde nefis, destan gibi upuzun ve okuyanın nefesini kesen ve muammayı andıran daha dünya kadar cümle ile dolu açıklamada galiba “Haber doğru, Saray çöküyor, tedbir alıyoruz” demeye çalışılıyor ama söylenmek istenen söz bir türlü kısa, açık ve anlaşılır şekilde ifade edilemiyor! Bir dil ve ifade şâheseri olan resmî açıklama, üstelik tam da “Dil”, yani “Türkçe Bayramı”na rastlıyor!
İletişim profesörü olan ve dile verdiği önemi yakından bildiğim Kültür Bakanı Nabi Avcı, bakanlığının açıklamalarında böylesine mükemmel bir Türkçe kullanılması meselesine herhalde el atacaktır ama benim endişe ettiğim başka bir husus var:
Meramını iki-üç kelime ile anlatabileceği halde paragraflar dolusu upuzun metinler yazan ama bir türlü ifade edemeyen bir zihniyetin, Topkapı Sarayı’nı enkaz haline gelmekten kurtaracak âcil kararlar alması şimdilik maalesef zor görünüyor!
HABERTÜRK