12:02 - Yabancılara konut satışında rekor!
15:11 - Elektrikli süpürge devi otomobil üretecek!
14:15 - TÜRGEV’in sunucuları hacklendi!
12:59 - Twitter’da devrim gibi yenilik!
13:02 - Kaybolan Honor modelini bulana ödül!
11:23 - Uzun zamandır beklenen Samsung Galaxy A8 güncellemesi geldi
15:06 - YSK’dan flaş KHK’lı seçmen kararı!
Kerem Akça, John Le Carré uyarlamalarını değerlendirdi
1960’larda sektöre etkili bir giriş yapan casusluk romanı yazarı John Le Carré, zamanla sıradanlaştı. 1990’dan bu yana onun perde uyarlamalarının ‘güncel’ durabildiğini ve dönemin ruhunu yakalayabildiğini çok az gördük. Thomas Alfredson’un 2011’de çektiği destansı casusluk gerilimi “Köstebek” (“Tinker Tailor Soldier Spy”), yönlendirici olarak görülürse ufuk açıcı olabilir. Ama iki hafta önce vizyona giren “Hain”, kağıt üstünde iyi çekilmiş dursa da şık sinematografisi ve karakterleriyle usta yazarın dünyasını yansıtmaktan aciz bir film.
1931’li David John Moore Cornwell, 30 yaşındayken edebiyat dünyasına girmiş bir isim. MI5 ve MI6’de çalışırken içeride olup bitenleri, teşkilatın içyüzünü açığa çıkarmaya başladı. 1961’deki ilk eseri ‘Call for the Dead’i ‘John Le Carré’ takma ismiyle yazmak bir başlangıçtı. 1963 tarihli üçüncü romanı ‘The Spy Who Came in from the Cold’u kaleme aldıktan sonra ise kurumdan ayrıldı Cornwell. Böylece Sovyet ve İngiliz casuslarının ipliğini pazara çıkarma şansı yakaladı.
GEORGE SMILEY’NİN GİRİŞİ ANTOLOJİKTİ
Aslında onun hedefi ‘Soğuk Savaş’taki Rus-Amerika çekişmesinin göbeğinde İngiliz İstihbaratı’nda olup bitenleri ele almaktı. İçerideki muhbirleri, ikiyüzlülüğü, gizli bilgileri yansıtırken, aslında kurumun yani ‘Sirk’in şablonunu açığa çıkarmaktı hedef. CIA ve FBI için böyle bir itiraf yokken bu gözlem fazlasıyla doyurucu dururken, kahramanlaştırılmadan kendi psikolojik mücadelesine kayan ‘casus karakterleri’ dikkat çekiyordu.
“Utanç Duvarındaki Casusluk” (“The Spy Who Came in from the Cold”, 1965) bu konuda önemli bir atılımdı. Richard Burton’ın katkısıyla muhalif bir casusluk gerilimi klasiğine dönüştü. Martin Ritt’in rejideki mesafesi, mahkeme aşamasına kattıkları, siyah-beyaz sinematografiyle sınırdan geçiş görüntüleri halen akıllarda. Ama aynı zamanda da George Smiley’nin perdede ilk kez ortaya çıktığı uyarlama idi bu. Rupert Davies’in canlandırdığı bu kilit yan karakter sonrasında “Casus Kim” (“The Deadly Affair”, 1966) ve iki ‘Tinker Tailor Soldier Spy’ uyarlamasında başroldeydi.
1960’LARIN PARANOYAK ORTAMINDA ÜÇ UYARLAMA DİKKAT ÇEKTİ
Aslında o devirde “Utanç Duvarında Casusluk”, “Casus Kim” ve “Casuslar Mücadelesi”yle (“The Looking Glass War”, 1969) yakalanan ruh, “Casuslara Karşı” (“The Manchurian Candidate”, 1962) adlı Frankenheimer klasiği ile 70’lerin politik-gerilimleri arasında köprü kuruyordu. Komünist paranoyayı hipnozla ve suikastçılıkla birleştiren “Casuslara Karşı”, dönemin siyasi sineması için bir kilometre taşıydı. Le Carré uyarlamaları ise kurumun içindeki kargaşayı, anlamlı/gözlemci kamera açılarıyla, sakinlikle ve içe dönük performanslarla kavrardı. Bir bakıma yabancılaşmanın ‘casusluk’ ya da ‘MI6’ yorumuydu yapılan. Soğuk Savaş, Küba Füze Krizi, JFK Suikastı, Vietnam Savaşı, Berlin Duvarı’nın inşaası gibi olayların yaşandığı bir döneme çok yakışıyordu.
Ama Alec Guinness’in George Smiley’yi oynadığı 1979 ve 1982 tarihli mini dizi uyarlamalarını da sevenler çıktı. 1990’daki “Rus Evi” (“Russia House”) ile Fred Schepisi meseleyi fazla klasik bir sinemaya yönlendirirken, aslında yabancılaştırıcı tarafı devre dışı bırakıyordu. Sean Connery ya da eski Bond katkısı Le Carré’nin muhalif ve içeriden bakışına tersti. 2001’de “Panama Terzisi”nde (“The Tailor of Panama”) Pierce Brosnan ile benzer bir uygulama vardı, ama parodi denemesi tutmadı. Her iki eylem de fazlasıyla yapay durdu.
YENİ MİLENYUMDA EL-OMUZ KAMERASIYLA GELEN SİYASİ BAŞIBOŞLUK
Le Carré’nin kaynakları ‘ajan aksiyonu/macerası’ ile karıştırılsa da aslında James Bond ve Harry Palmer da 60’larda onun uyarlamalarına paralel olarak çıkmıştı. Ian Fleming’in 1953-1966 arasında hit olan roman serisi, 1962’de “Dr. No” ile başlayan bir popüler sinema efsanesine alan açtı. ‘Harry Palmer’ gibi rekabetçiler de çıkaran ‘ajan macerası-aksiyonu’ aslında Le Carré’nin işleriyle doğrudan rekabete girmiyordu. Onun el attığı, geçmişte Hitchcock’ta da görülen ‘casusluk gerilimi’ adlı daha muhalif ve mesafeli bir formattı.
Ama yeni milenyumda böyle bir paralellik bile görmek güç. Le Carré’nin uyarlamaları ise “Arka Bahçe” (“The Constant Gardener”, 2005) ve “İnsan Avı” (“A Most Wanted Man”in, 2014) ile ‘el-omuz kamerası’na kayarak, biraz Paul Greengrass’ın çıkarttığı geleneğe bağlı kalıyor. Onun da ‘Bourne’ serisiyle ‘ajan/casusluk filmlerinin’ ‘aksiyon temsilcisi’ne can verdiğini düşünürsek doğal bir süreç bu. İlkinin Kenya halkına ırkçı yaklaşımı, Fiennes’in Justin Quayle’inden kaynaklanıyordu. İkincisi ise Philip Seymour Hoffman’ın psikolojisiyle tematik açıdan bizi beslese ve görsel açıdan tutarlı dursa da Cassavetes filmlerinden farksızdı. ‘Müslüman terörist’ klişesine biraz fazla yukarıdan bakıyordu.
2011’DE YAPILAN ATILIMIN İZİ SÜRÜLMELİ
“Köstebek” (“Tinker Tailer Soldier Spy”, 2011) ile Alfredson bir kapı açtı. Zamanla başyapıta dönüşecek bir destansı casusluk gerilimi yaratarak, bu türün “Baba”sına (“The Godfather”, 1972) imza attı. George Smiley üzerinden böylesi bir suç imparatorluğu, padişahlık ele alındı. Memuriyet ile ajanlık arasındaki çizgide olanlar filmi özellikli hale getirdi. MI6 ilk kez bu kadar sistematik olarak bütün kirli çamaşırlarıyla yansıtılıyordu. Bir çeşit Vahşi Batı portresi, CIA’i ele almakta beceriksiz duran “Kirli Sırlar”ı (“The Good Shepherd”, 2006) bir çırpıda yere serdi. Bunların hepsi kaydırmalı uzun planlar, aykırı açılar, donuk renkler, sonuçsuzluk ve düşük tempoyla anlam kazandı.
“Hain” (“Ourt Kind of Traitor”, 2016) ise casusluk gerilimlerini ‘gösterişli’ bir görsel yapıya transfer ediyor. Yeri geldiğinde makro planlar, balık gözü objektifler bir 60’lar ruhu getiriyor. Ama genel anlamda bitik McGregor ve Skasgard’ın uzun saçlı hallerinin yapaylığından koşuşturmacanın anlamsızlığına uzanan bir senaryo özensizliği var. Deneyimli Hossein Amini’nin senaristliğine karşın ‘Rus Mafyası’nı karşı tarafa yerleştirme bu devirde tuhaf gibi. Popüler Hollywood tür filmlerinde bu furya olsa da…
Khalid Abdallah ve Naomie Harris idare etse de Damian Lewis tane tane konuşuyor. Filmin kurgusu işliyor, sinematografiye uğraşan Anthony Dod Mantle’ın “Zafere Hücum” (“Rush”, 2013) etkisi böylesi bir projeye fayda sağlamıyor. Susanna White iyi bir yönetmen, ama burada omurgayı sanki yanlış kurmuş. Le Carré’nin metinleri eskisi kadar güncel, taze ve muhalif durmuyor. Biçim-içerik örtüşmezliği problemi var.
80’ini geçen John Le Carré’nin 1960’lardaki çıkışından günümüzde eser yok. Ne edebiyat ne de sinema dünyasında… Ama 1974 tarihli romanın yıllardır beklenen beyaz perde uyarlaması “Köstebek”in yolu ‘üslup’ açısından izlenirse yepyeni bir modelin yolu açılabilir. Ama bu devirdeki diğer uyarlamalar fark yaratırken yazarın ruhunu yok ederken, siyasi mesafesini ve görsel gereklerini tekrarlayamıyor. Kağıt üstünde tutarlı gözükseler de anlamsız bir sinema anlayışına sürükleyebiliyorlar yeniyetme seyirciyi.
JOHN LE CARRE UYARLAMALARININ SIRALAMASI
1-Soğuktan Gelen Casus (The Spy Who Came from the Cold) (1965)
2-Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy) (2011)
3-Casuslar Mücadelesi (The Looking Glass War) (1969)
4-Casus Kim (The Deadly Affair) (1966)
5-Küçük Trampetçi Kız (The Little Drummer Girl) (1984)
6-İnsan Avı (A Most Wanted Man) (2014)
7-Arka Bahçe (The Constant Gardener) (2005)
8-Hain (Our Kind of Traitor) (2016)
9-Rus Evi (Russian House) (1990)
10-Panama Terzisi (The Tailor of Panama) (2001)
HABERTÜRK